21 Eylül 2007 Cuma

Dokunmak üzerine öttürmeler

Yeniyetme bir fizik öğrencisinin veya toy bir felsefe pupilinin dokunmak denince aklına gelecek ilk önerme pekala "mümkün değil" olabilir. Yapı taşı atom olan (veyahut fizikçiler buna ne diyorlarsa bugün) bir dünyada iki nesne (veyahut fizikçiler buna ne diyorlarsa bugün) biribirine temas etmez efendim. Edemez. Der mesela. Neden demesin?
Oysa dokunan insan için ne kadar sahici bir hissi var. Varlığının da, yokluğunun da. Bilhassa yokluğunun.
Aklın (veyahut fizikçile... neyse...) yok, olmaz dediğini arayan insanın ironisi mi bu? Peki, büyütmeyelim.
Bir de, iki nesne biribirini iter (hiç değilse Newton'da beri bu böyle) denecektir. Doğrudur.
Evren yasaları ile "dokunma, dokunama!" derken insana, biz yine dokunacağız biribirimize. Hem bir yerlerde okumuştum; hayat önden giderken yasalar geriden topallayarak gelir. miş.

saçma ek: Hem atomlar da dokunmuyorlarsa birbirlerine müzik de ne demek ola. Yeri gelmişken kendimizi bir örnekle bezeyelim. İşte size bir atomun diğerine aktarabileceği en karanlık, en depresif, en acı titreşim kümelerinden biri... (mavi olanı)

18 Eylül 2007 Salı

Tony Gatlif demişken

Vengo'yu izledikten sonra, belki de hüzün ve neşe bir endülüs'te ve bir de balkanlar'da bu kadar bir olmuş, bu kadar harmonik bir hale gelmiş ve bu kadar gerçek olmuş diye düşünmüştüm. Şimdi Gadjo Dilo'yu hatırlarken sanırım doğru düşünmüşüm diyorum.
burda pür neşe:

ve burda neşe ve daha çok hüzün embedded:

17 Eylül 2007 Pazartesi

Telefobia

Telefonla konuşma korkusu.
Modernizm ile ortaya çıkmış bir tür iletişim fobisi. Sosyal, ekonomik, politik, kültürel ve hatta genetik nedenleri olabilir. Telefobik deneklerde yaygın olarak telefon ile konuşulan süre içinde süreklilik ve zaman algısının yitimi, varlığın anlamında bozulmalar ve daha ileri aşamalarda paranoyak eğilimler bulgulanmıştır. Sözkonusu vakalarda, korkuyu hafife almak ve dahası korkunun üzerine gitmek negatif sonuçlar verir. Freudyen yorumlar zinhar öldürücü olabilir.

Teleofobia

Son korkusu. Sona erme değil, sona veya nihayete erdirme. Başlamak ve sona erdirmek arasında yaşanan gerilim. Yapıcı değil, yıkıcı. Vazgeçme çelgeci.

13 Eylül 2007 Perşembe

Hiç ile monolog II

-sana nasıl bir okuma yapacağımı bilemiyorum hiç.
-komik olma.
-hayır, ciddiyim. yoksun, seni var sayamam (yadsımanın yadsınmasına olan inancımı yitirdim yazık ki, görüyorsun). çok kabasın, sana metafor diyemem.
-bila keyfe oku beni!
-nasıl?
-yok bir şey.

Hiç ile monolog I

-sen olmadın hiç.
-adımı andın bir kere?
-ne olmuş, bu neyi kanıtlar ki?
-varlığımın kanıta ihtiyacı yok.
-yokluğun kanıtlanabilir oysa.
-yokluğumu, varlığımı varsayarak kanıtlayabilirsin ancak. ve bir kez varsam, unutma bunu, sen istedin diye yok olamam.
-dedim ya, var saydım seni, ki aslında yoktun. seni yoksaymak için bu yolu denemem biraz tuhaf olabilir ama, sen de bunu unutma, varlığın bir merdivendi yokluğunu göstermek için, tıpkı bu monolog gibi, tırmandım ve attım, söylendi ve bitti.
-peki.

8 Eylül 2007 Cumartesi

Bir yıldırımın yapabilecekleri

  1. Gökgürültüsü (dış dünyada ve insan algısında neden-sonuç ilişkisinin tersyüz oluşu için iyi bir örnek)
  2. Yağmur habercisi (her zaman değil tabi)
  3. Bir biçimde birbirinden ayrılmış bedenin ve ruhun yeniden biraraya gelebilmesi için gerekli ve bazen yeterli etki (necessary and sufficient condition)
  4. Ölüm (ani ve acısız belki)
  5. Bir çocuğun ağlaması
  6. Bir kadının korkması
  7. Bir erkeğin korkması
  8. Maddi zarar
  9. Manevi zarar (6, 7 ve 8 dışında kalan her tür sıkıntı)
  10. 3. Maddede belirtilen durumun özel bir biçimi olarak ruhlarını değiştiren bedenlerin anabedenlerine geri dönmelerini sağlama etkisi (bir iki filmde böyle olmuştu, iyi hatırlıyorum)
  11. Yazma isteği
  12. Yalnızlık hissi (9. maddenin içinde değil, çünkü yalnızlık kişiyi yaratıcı da kılabilir-bittecrübe sabit)
  13. Doğal pencereleri kapama uyarısı
  14. İki ya da daha çok bulutun gerginliğinin alınması
  15. Ve belki bir ondört şey daha... ya da onbeş, herneyse...
Edit: Madde 3, 8 ve 9'da düzeltme

3. madde açıkça yanlış; böyle bir etki için yıldırım gerekli değil yeterli bir sebep olabilir, keza aynı sonucu yaratacak başka eylemler de sözkonusu olabilir. (Formal bir dil ile bu ifade yanlıştır:
If P then Q.
Q
Therefore, P.
Modus tollens ile karıştırmamak gerek, şöyleki modus tollens
If P then Q.
Not-Q.
Therefore, Not-P.)
Mesela bir bir dokunuş (sözgelimi tanrının), bir öpücük (sözgelimi bir prensesin) ya da güçlü, ani ve sarsıcı fiziksel bir deneyimin (sözgelimi yıldırımın) de ayrılmış beden ve ruhu biraraya getirebileceği öne sürülebilir, hiç değilse Michelangelo'nun, masaldaki kurbağa prensin ve şimdi adını hatırlayamadığım o filmin senaristinin böyle düşündüğü kesin.
Madde 8 ve 9 fazla genel, öyleki neredeyse tüm olası etkiler bu iki ifade ile özetlenebilir, oysa yazmak yalnızca genellemekle değil, ayrıntıları da ifade edebilmekle ilgili bir eylemdir.

24 Ağustos 2007 Cuma

Olası dünyaların en iyisi


Dünyamızın olası dünyaların en iyisi olduğuna kim inanır? Bir sufi? Bir rahip? Bir şair? Bir tanrı? Leibniz bunu söylerken ne kadar ciddiydi bilemem ama sanırım buna gerçekten -canı gönülden- yalnız tanrı inanır. Yaratısı için olası dünyalardan birini seçerken kriteri iyi mi idi, rasyonel mi? İlki olmadığı açık değil mi? Peki ya ikincisi?
Evrenin ya da bazıları için yaratının bir amacı olduğunu düşünmek -her ne ise bu- ıstırabı, eziyeti (suffering) dayanılır ve hatta anlamlı kılabilir. Mümini rahatlatabilir.
İnanmayan ise saf ıstıraba mahkum olandır. Eziyetin rastgele olduğunu bilmek -yazık ki bu doğru- varolmanın acısını dayanılmaz değilse bile sürekli kılar. Böylelikle insan kendine yeni bir acı icat eder: Varolmanın dayanılır sürekliliği.
Kendime not: Leibniz elbette ciddiydi. Onun gördüğü haliyle evren küçücük bir monada sığmış harmonik bir bütündü. Yalnız kendine bakan, kendinde evreni gören, kendine ve kendinde evreni yansıtan bir evren, bir monad. Bilmem anlatabiliyor muyum?

21 Ağustos 2007 Salı

Peygamberin sahtesi olmaz efendim! Lütfen yapmayın!

İçerisinde herhangi bir çeşit ilişki barındıran her meselenin bir Kopernik'e ya da daha doğru bir ifade ile Kopernik Devrimi'ne ihtiyacı olabilir. İşte tanrı(lar) ve peygamberler arasındaki ilişkinin de böylesi bir devrime ihtiyacı olabilir kanısındayım.
Bir insanın (ya da tanrısal bir başka varlığın-İsa'nın mesela) peygamber olduğunu diğer insanlar değil de tanrı(lar) belirliyorsa eğer, birinin peygamber, ötekinin sahte peygamber olduğunu cemaatten birilerinin iddiaları ile kanıtlamak olası değildir. Bana kalırsa en doğrusu peygamberleri ikiye ayırmak olacaktır (bu ani sıçrama için peygamberler ve tanrı(lar)dan değilse bile mantıkçılardan özür dileyebilrim):
1: Başarılı olanlar. Musa, İsa, Muhammed gibileri tanrı(ları)nın birer elçisi (ya da kendisi) oldukarını cemaate indandırabilenler olmalı.
2: Başarısız olanlar. İsa'dan önce ve sonra Filistin'de, Muhammed'den sonra tüm arap topraklarında işkence edilen, çarmıha gerilen, katledilen binlerce peygamber. Nam-ı diğer sahte peygamberler. Buna nam demek doğru değil aslında, yafta daha doğru bir kelime tercihi olur.
Bazı peygamberlerin başarısız olmalarının nedeni elbette kendileri, kendi yeteneksizlikleri, talihsizlikleri vs. olabilir.
Peki neden tanrı(ları)nın başarısız bir deneme yaptıklarını düşünmeyelim? Pekala tanrı(lar) bir insanı (ya da başka bir ilahi varlığı) peygamber olarak seçmiş (ya da yaratmış) ve onu diğer insanlara yol gösterecek biri olarak göstermekte başarısız olmuş olabilirler. Bunu söylerken elbette tanrı ya da tanrıların tikellerin (ve tabi tikellerin geçmiş, şimdi ve geleceklerinin) bilgisine sahip olmadığını ve insanın özgür iradeye -öyle veya böyle- sahip olduğunu varsayıyorum. (Atomistler veya Aşariler kızmasın, bu bir varsayım yalnızca) Ne de olsa cemaatin (onlara sahte diyenlerin) hür iradesi ya da seçme özgürlüğü var. Değil mi ama?